Diken dala, dal yaprağa, yaprak goncaya hayran! Dal dikensiz, yaprak dalsız, gonca yapraksız olmaz! Nefis can'a, can bedene, bedense ruha hayran! Can nefissiz, beden cansız, ruhsa bedensiz olmaz.!

HAYATIN HAKİKATİ, EBEDİ HAYAT


Bir hayalin hakikatinden haberdar olmak kişiyi mutlu etmek için kâfidir.
İnsanları mutsuz kılan şey kurdukları hayalin hakikatinden emin olmayışlarıdır. Öyle ya, insan bir hayal kursa, kurduğu hayali bir hakikate dayandırsa ve eminde olsa, o kurduğu hayalden mutsuz olur mu hiç! Evveli de saadettir, ahiri de saadettir.
Aklını ilmin hakikatine taşıyorsa ilmin kıymeti vardır. Hakikate taşımayan ilim, yani içerisinde hakikat olmayan ilim felsefedir. Felsefe hakikat olanı başkalaştırmaya çalıştığı için İslam da kerih görülmüştür, hoş görülmemiştir. Hakikatin çehresini değiştirdiği için.
Hep aynı örneği verirler, Fil’in neresinden tutarsanız tutun, ister kuyruğunu, ister tırnağını, ister kulağını ister burnunu, bu Fil’dir!! Ama Fil sizin tuttuğunuz kadar, hissettiğiniz kadar değildir. İlim böyle bir şeydir. Hiç bir âlim diyemez ki, ilim benim bildiğim kadardır. Evveli ve Ahiri mutlak Allahtır! Sen sadece sana açılmış olan bir nebze kadarını bilirsin. Bildiğin de zaten aklına kifayet etmiştir ki onunla mutlusundur.
Göz mü görür? Gören göz müdür? Sorun kendinize.
Göz bakar, anlamadıktan sonra göz hiçbir şey ifade etmez. İdrak gerektir, İdrak edemedikten sonra gözün gördüğü şey hiçtir. Dolayısıyla, insanlar idrakin hakiki manasını bilemediklerinden sadece gözlerinin gördüklerini hakikat zannediyorlar. Aynanın derinliği… Bak… Daha ötesi… Baktığın zaman aynaya, sadece baktığın şeyi görürsün. Hâlbuki o kadar çok şey var ki, onları neden görmüyorsun? Hayatın hakikati işte budur!
Her şey Akılla başlar, akılsız bir şey olmaz. İdrak akıl ile başlar ve ondan sonra kalp ile kuvvetlenir, çünkü akla kuvvet veren şey kalptir!
Kalp akla kuvvet vermedikten sonra, ister maddi manada, ister manevi manada, akıl zayıftır, Uyku hali gibi. Uykudayken aklımız da vardır, kalbimiz de vardır, açık olsa dahi gözlerin, idrak edemezsin!
Neden? Akıl sükûna ermiştir. Aklı sükûnetinden uyandıracak olan şey, kalbin hararetidir. Bir gün Cenabı Peygamberimiz s.a.v, Hz. Aişe’nin dizinde yatıyordu, gözleri kapalı, başkalarına göre uyuyordu, ikindi ezanı okundu, hemen kalktı, kalkar kalkmaz namaza durdu. Hz.Aişe validemiz “Ey Resullallah, sen abdest almadın dedi, ey Aişe benim abdestim var idi, bizim gözümüz uyusa da kalbimiz uyumaz” dedi.
Kalbin uyanıklığı hayatın varlık hakikatine kifayettir. Dolayısıyla kalbimize kuvvet önce kalbin safiyetini temizliğini elde edebilmektir, bunun da ilk kapısı, muhatabı adına kişinin, eğer bilse, eğer bunun hata olduğunu bilse, eğer benim söylediğimin doğru olduğunu bilse, hakikatin gerçekte böyle olmadığını bilse yapmaz, diyebilmek.
Hayrı dilemedikçe hayrı beklemek hata olur!
İnsanın karşısındaki muhatabında görmek istediği şey ferahlık ise muhatabı için onu dilemelidir. Hayrı dilemedikçe hayrı beklemek olmaz. Hayır bekliyorsa önce muhatabına dilemeli. Öfkelenince biz hemen başlıyoruz beddua etmeye. Cenabı Hakkın muradı o kul için hayırsa eğer o nun hakikati o kul için her halde yetişir kavuşur, her güzellik manadadır, dışı güzelleştiren şey için güzelliğidir ve bakanın iç güzelliğidir.
Manası olmayan, ruhu olmayan herhangi bir şeyi ne kadar süslerseniz süsleyin ‘’ucube’’ olmaktan öteye gitmez. Bir taş parçasına bile bir mana yüklediğinizde o mananın kıymetiyle kıymetlenir. Dolayısıyla insan denilen varlık kendisine yüklenmiş olan hakikat manasını kabullenemediğinden dolayı kıymetsiz hale gelmiştir.
Bizim ihtiyacımız olan Cenabı Hakkın Eşref-i Mahlûk olarak var etmiş olduğu mevcudiyetimizi, onun bize teslim etmiş olduğu gibi yaşatıp geriye iade etmeyi başarabilmek. Ey şuyum yok, ey buyum noksan! Olmayabilir. Seni yaratan senin ne halde olduğundan habersiz mi ki?
Hz İbrahim’i ateşe attıklarında, Allah (c.c), Cebrail (a.s) gönderir kulum İbrahim ne istiyor sor ve isteğini yerine getir der. Cebrail (a.s) beni rabbim gönderdi, ey İbrahim söyle ne istiyorsan söyle yerine getireyim der,? Hz İbrahim,şüphesiz seni bana gönderen Rabbim benim neye ihtiyacım olduğumu biliyor .! Ben senden bir şey istemiyorum seninle ayrı bir işim yok diyor…
Cenabı Allah kuluna asla zulmetmez. İşin içinde bizim hoşlanmadığımız hadiseler cereyan ediyorsa ya bu bizim ruhumuzun, bu ceset dediğimiz kafesteki rahatını sağlamak içindir, yâda bizim o rahatı arzulamamız için açılmış başka bir kapıdır. Bizler bilemeyiz. Umudu yani beklentisi bu dünya adına olanın işi kolay, sadece şeker bekleyen çocuk gibidir. Ama Ahiret hayatının ebedi olan yaşantısını hayal ederek bekleyen insanın, bu dünya yaşantısındaki varlık veya yokluk ile ilgili bekleyişi an be andır. Onun için hayalin ufkunu geniş tutmak lazım. Bir yerde mutlak nihayet bulacak hayat, bir yerde ebedi olarak bitmeyecek olan hayat.
Ebediyet nedir? İnsanlar ebedi olanın manasını idrak edebilecek olsalar eğer, bu dünya hayatına ait hiçbir talepleri kalmaz. Uykudan uyanmayacağını bilen insan, gözlerini kapatır mı hiç.? Deseler ki uyursan uyanamayacaksın, gözlerini kapatır mı hiç, asla kapatmaz.!
Bir hayat düşün ki, uyuyacaksın, bir rüya göreceksin ama uyandığında bir daha o rüyaya ihtiyacın olmayacak. Hiç uyku insanı korkutur mu? Asla korkutmaz. Neden? Çünkü hakikat olana döneceksin.
Bu günün materyalist düşünce yapısı, insanların gözünü kapatmasına engel oluyor, ölüm korkusu!! Bu hayatı zannediyorlar ki elde var bir. Hâlbuki bu hayat yenilen yemeğin dışarıya atılması gibidir. Ervah-ı Ezelden geldiğimizde üzerimize giydirilen bu beden kafesi, öldüğümüzde bizden alınıp, ruhumuzun hakikatiyle tekrar asli vatanımıza dönmek var işin içerisinde.
O halde bu tene olan itibar neden?
Bebeydik, büyüdük, kocaman olduk sonra ihtiyarlayıp bu bedeni bırakacağız, terk-i diyar edeceğiz. Hâlbuki varlık âlemi kaybolmaz,
Yunus Emre der ki“ Ölen hayvan imiş, Âşıklar ölmez” !

Salih İslamboli(İstanbuli)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder