Diken dala, dal yaprağa, yaprak goncaya hayran! Dal dikensiz, yaprak dalsız, gonca yapraksız olmaz! Nefis can'a, can bedene, bedense ruha hayran! Can nefissiz, beden cansız, ruhsa bedensiz olmaz.!

AKIL

İmanın en büyük düşmanı akıl. Aklın en yakın dostu nefs. Akla perde getirmemek marifet..
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi murad ettim” kutsi hadis i şerifine muhatap olan akıl, Hak ise o mananın zeminindeki hakikat. Bir tarafta “Yaradan” , bir tarafta “Yaratılanların olması. Yaratılan sonradan yaratılmış olması hasebiyle, yaratanın her şeyine muhtaç iken, sadece akıl nimetinden dolayı mesul iken, nefsin yükünü akıl ile Yüklenmiş olması en büyük zafiyetidir. Çünkü insanı diğer mahlûktan, dağ, taş, çimen, vs den ayıran özellik akıl’dır. Yoksa hiçbir fark yok. Herkes kendi mevcudiyeti ile var.
İnsanı farklı kılan akıl!
İnsanın gerçek manada kıymet kazanması için aklın faaliyetine ihtiyacı var. Akıl idrak edemedikçe, akıl yerli yerine her şeyi yerleştiremedikten sonra, diğer hayvanat ,cemadat ve nebatattan farklı değil..
İnsanı farklı kılan aklıdır! Bu aklın kullanımı ile alakalı kişi kendini eğitmeli öncelikle!!
Nasıl?
Akıl olmaksızın, insan nefsi talepkar olur, istediklerini yaptırır. Eğer aklı doğru kullanmayı becerebilirse insan, nefsinin taleplerini doğru kullanmayı ona evet, hayır diyebilmeyi öğrenir.
Bir köprü kursalar, bir ucunu nefs tutsa, bir ucunu şeytan tutsa, ortasında akıl yürüse… Nedir bu? Nefs ile şeytan köprüsünde yürüyen akıl. Yok, ben sizin köprünüzde yürümeyi istemiyorum diyebiliyorsan, becerebiliyorsan eğer, kurtuldun, rahatsın… O zaman nefsin taleplerini küçültmeye başlar. Kuzu istiyorken bir lokma ete razı gelir, bir lokma ete razı gelirse bir lokma ekmeğe de razı gelir, çünkü senden isteyen şey akıl değil, aklın bir cürümü yok, akla tesir eden şeye bak!
Kompüter, elektriğe bağlanmasa, açılmasa bir işe yarar mı? Düğmesine bastığından itibaren başlar çalışmaya. Nefsin senden talebi yemek yemekse al sana yemek, su içmekse al sana su! Başka bir şey istiyorum! Hayır! Onu sana vermiyorum! Çünkü meşru bir isteğin değil bu senin! Bu bir pazarlık meselesi.”Dışarısı..”-ya bana ne dışarıdakilerden! Sen benimsin! Muhatabım sensin! Sen ne diyorsun söyle konuş nefsim! Çıt yok, çıtı çıkmaz..
Bunun formülü var mıdır?
Evet, mesela oruç tutmak! Ne için oruç tuttuğunu bilerek oruç tutmak!
Mesela, namaz kılmak.! Ne için namaz kıldığını bilerek kılmak!
Ne gönlü hoş etmek için, ne vazifeyi ikmal etmek için. Allahın emrini yerine getirerek kulluğunu ifade etmek için namaz kılmalı insan. Yoksa sırtında yük olur, kıldım kurtuldum demeye başlar insanoğlu..
Namaz kılınıp kurtulası bir şey değil ki, oruç, ohh akşam oldu kurtulduk denilesi bir şey değil ki… Elhamdülillah! Bu sevinci yaşamak varken, orucu kendine yük kabul edenle, etmeyen arasındaki farkı bir gör bakalım.
Gaye Allaha kulluk!
Ne kadar yapabiliyorsan, İbrahim (a.s) ‘a su taşıyan karınca gibi !
Nemrut ateşi yaktırmış, bakmış ki karıncanın bir tanesi ağzında bir damla suyla ateşe doğru gidiyor. Sormuş, nereye gidiyorsun? Ateşi söndürmeye demiş karınca. Yahu bir damla suyla ateş söner mi? Bende biliyorum sönmeyeceğini, ama benim gücüm buna yetiyor, en azından safımı belli ediyorum!
Şimdi biz safı belli olmaksızın hercai yaşıyoruz. Biraz ondan biraz bundan, her şeyden karışık lezzetsiz, tatsız, unutulası lezzetler!
Yolu ? eğitim.
Ne eğitimi? Nefsi! Nefsi eğitmek! Akıl eğitilmez. Nefsi eğitmek!
Nefs vahşi bir at gibi. Eğer onun sırtına bir çul koyup ağzına gem vurursan, becerebilirsen mesele yok!
Aklımız bizi öylesine yanıltıyor ki, aklımızın eserine baktığımızda gönlümüzü ferahlık kaplar, ya da üzüntüye boğuluruz!
Bizi ferahlatan ya da üzüntüye koyan şey aslında aklın eseri değildir, dürtülerimizdir! Yaşadığımız hayata bakalım, dürtülerimiz, nefsaniyetimiz olmaksızın, gerçekten aklımızın doğrusuyla ne kadar iş görebiliyoruz. Ya da gördüğümüz işin ne kadarında aklımızın işi var! Pek azdır. Çünkü çoğunda ya hoşlanmışızdır, ya hoşlanmamışızdır, ölçüleri hep nefsimizin talebine göre almışızdır. Halbuki “Akıl” “İman”ın gereği olarak doğruyu bulduğu andan itibaren ona ihtiyaç duymaya başlar, o doğruya ihtiyaç duymaya başlar, biz ise kendimizce bahaneler üretip negatif ve pozitif yönde talebimizi ileterek karşımızdakini red, ya da kabul pozisyonuna geliriz. Hayatımız bundan ibaret, severiz, sevmeyiz, hoşlanırız, hoşlanmayız..Değil mi?
Hep öyledir!!
İmanın ölçüsüyle akli deliller bularak meydana getirdiğimiz ne var?
Hep bizi mutlu eden şeyler, asla bizi mutsuz etmez onlar. İman’ın dürtüsüyle aklımızın eserini gördüğümüzde mutlaka mutmainizdir. Kimsenin itirazı olmaz ona. İtiraz olsa da savunmamız çok sağlamdır! İMAN, karşındaki mutlaka nefsiyle itiraz ediyordur!! Aklıyla itiraz edemez. Çünkü akıl doğruyu red etmez! Edemez! Çocuk gibidir. Nefs çocuk gibidir, sıkıştığı zaman omuz burar banane der..bu cevabım yok demektir, aslında sen haklısın demektir.
Hakikati budur. Onun için yaratılmış insanın hayat ölçüsü “Yaratan”ın tayin ettiği ölçüler dâhilinde olmalı ki insan hem dünyada hem ahiret hayatında saadeti bulabilsin!
Ölçü “Allah”ın ölçüsü olacak!
Çünkü yaradan, yarattığına sınırını kendi çiziyor! Hayvanlar gibi başıboş bırakmadı ki bizi!
Kuranda “Biz size teklif etmediğimiz veya elçi göndermediğimiz hiçbir şeyden sizi mesul tutmadık” diyor ve size taşıyamayacağınız yük yüklemedik diyor ayeti kerimelerde.
UNUTMA;
Bizim bir mesuliyetimiz var, “Yaratan ALLAH (c.c) ”a karşı!

Salih İslamboli(İstanbuli)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder