Diken dala, dal yaprağa, yaprak goncaya hayran! Dal dikensiz, yaprak dalsız, gonca yapraksız olmaz! Nefis can'a, can bedene, bedense ruha hayran! Can nefissiz, beden cansız, ruhsa bedensiz olmaz.!
Ardına bakmadan koşuyor zaman
çıkmaz bir sokağın nihayetinde
ne bir dost kalmış ne kalmış eman
herkes bir hayalin ihanetinde


Gölgeler saklanmış gövdeler kayıp
gözlerde ışık yok bakışlar kayık
her elde ayrı bir hayat var soluk
sabahlar bitişin kıyametinde
Ey akıl zannetme varlık senindir
her bir var yokluğun emanetinde
ümitler, hayaller, tüm ihtiraslar
tükenen ömrünün hıyanetinde.

İslamboli

Aşk iki kişilik değildir !

Aşk iki kişilik değildir !
Âşık olanla âşık olunan arasındaki farkı idrak etmektir marifet. 
Ey kendine ben aşığım diyen zavallı , sen kendini sevgiliyle aynı yere koyma, sende olanlarla sevgiliyi tartma, ölçme. Sevilmeye layık olan O' dur kendini zannetme. 
Sen sözünde sadıksan vaz geçmede göreyim seni, aşkında sadıksan Züleyha gibi ol, ol ki takdir seni bulsun da Yusuf olsun ecelin. Onun için Yusuf'taki güzellik tükenmedi, Züleyha'daki sabır ve sadakat Yusuf'u kader yaptı ona. 
Aşk tek kişiliktir a canım tek kişilik. Sen seversin o sevgili olur! Ona sevilmek sana sabır yakışır. Vesselam.
İslamboli

HİKMET !

Dışarıdan bakıp gördüğüne aldanma! O ya seni aldatmak içindir, ya kendini gizlemek içindir! Onun için İblis, Âdem (a.s) cesedini yani bedenini gördü de aldandı. Hakikati görseydi, ondaki ruhaniyeti, ruhani kuvveti görseydi ilk secde eden olurdu.
Neden göremedi?
Çünkü o her hakikati kendi hakikati gibi kendi bildiği gibi görüyordu. O varlığın dayanılmaz hafifliğine öyle kendini kaptırmıştı ki kendi bildiğinden başka bir varlığın Cenab-ı Hakkın yaratma kudretindeki âdemi hakikati göremedi. Âdem (a.s) yeniydi. Daha önce hiç yoktu. Ve onu gördüğü hal, yerde yatar bir şekilde, topraktan şekil verilmiş hali, gördüğü hal idi. İnsanlığın yaratılmışlar içerisinde tek düşmanı var, iblis lanetullahi aleyh.
Dolayısıyla düşmanımızın bizden neyi istediğini, kıskançlık sebebini, neyimize talip olduğunu iyi bilmemiz lazım. Neydi o?

O, Cenabı Hakkın, Âdemoğluna vermiş olduğu insan vasfıyla beraber “HİKMET İLMİ” !

İşte iblis, o hikmetten habersizdi! Âdem (a.s) ise, kendisine hikmet öğretilmişti.
Hikmete vukufiyet, hikmeti biliş(vakıf olmak) bir manevi yönden yol aldırır, bir zahiri yönden yol aldırır. Manevi yönden yol alınan mesafe kişinin maneviyatındaki derinliği veya yüksekliği tayin eder.
Yani, “ neden?”, “nasıl?”, “niçin?”, “ne zaman?”, “niye?” gibi soruları ortadan kaldırır.
Zahirde ise insan bu tür sorulara takılı kaldığı için bunları aştıkça mesafe kat edebilir.
Arada ki fark bu kadar uzaktır birbirinden.
Hikmet böyle acayip bir şey!
Hikmet , “Varlık Hakikatinin zahirde görünmeyen bilgisine” sahip olabilmektir. Hikmet, varlık hakikatini bilebilmektir. Hikmet hakikate vakıf olmaktır. Cenabı Hakkın “Halık” halk eden yaradan sıfatıyla herhangi bir şeyi yaratmasında ki hususiyete kulluğun varlık sırrıyla vakıf olabilmektir hikmet. Bunun en üst noktası, daha ötesi de olabilir ama erbabınca malumdur.
En aşağı noktası en edna noktası nedir? Zahirine bakarak zahirden hüküm çıkartmaktır.
Yusuf (a.s) rüyalardaki hikmete vakıf olarak, o rüyayı gören padişahın rüyasını tabiri gibi… Rüyayı kırk kişiye anlatsan kırk farklı mana çıkabilir ama onun ilmine, ondaki hikmete vakıf olan kişinin tarifi en doğru tarif olduğu için mutmain olunur, başka tabire ihtiyaç kalmaz.
Mutmain olmaktır asıl olan. Kalbin rahat etmesi, tamam işte budur, bundan ötesi yok diyebilmektir marifet. Karnının doyması gibi. İtminan a ermek demek, tatmin olmak mutmain olmak demek bu işte.
ALLAH c.c ın Bizlere ikram etmiş olduğu güç, kuvvet, hikmet babında, asla başka şekilde yaşamayı düşünmeyiz! Aklımız kifayet etmediği için, “Hikmet Sahiplerinden” bahsederken yanında “ Akıl sahipleri” diyor Cenabı Hak! Herkesin aklı hikmeti idrake tahammül gösterebilseydi eğer, Allaha kulluktan asla geri durmazdı, çünkü hepimizde var olan bir şey bu!
Bu hayat bizde var olduğu müddetçe, Cenabı Hak’tan ve onun yaratma kudretine ait olan hikmetten uzak olduğumuzu düşünmemiz saftiriklik olur! Cehaletimiz kendimize ve kendimizdendir.
Çünkü “Hayat Esması” bizde tecelli ediyor. İnsanda tecelli eden “Hayy” esmasının zuhuru, zahiri. Ama biz aklımızın kirliliğinden gönlümüzü temizlemeye fırsat bulamıyoruz! Sadece gönlü temizlemek yetmez, önce aklı temizleyeceksin, sonra temiz olan akılla gönlünü süpüreceksin.
Şüpheleri kaldır!
Akıl da ki şüpheler kalkmadan, gönül ferah etmez! İnsanı yıkan şey şüphedir! Bir kabahatin varlığı bir şey ifade etmez, şüphesi kâfidir.
Çünkü şüphe abdest bozar! Şüphe ile abdest olmaz! Var mıydı acaba? Dediğin an bitti, olsa bile gitti.
İşte hikmeti yakalayabilmenin yolu aklın temizliğinden geçiyor, şüpheyi temizlemek! Ondan sonra hikmet sana kendini gösterir.
Baktığın zaman görmeye başlarsın, akıl başka şeylerle meşgul olmadı mı, nasıl diyeyim, “KOVAYA DOLDURULMUŞ SÜT GİBİDİR AKIL” içerisinde toz toprak olduğunu gördükçe içemezsiniz, onun yolu içerisini temizlemektir.
Düşünsenize, HİKMET Cenabı Hakkın yaratma kudretinin tecellisi!
Kuran’ın tamamı hikmettir. Kapağından, başından başlar, son kapağına kadar tamamı hikmettir.
Çünkü hikmet bir mücevher gibidir. Erbabının eline değerlidir!
Kaşıkçı elmasının bulunduğu yer çöplük, çöplükte bulan, güzel taş diye aldı onu, götürdü bir köşede sergiledi, erbabı görünce müşteri oldu. Saraya bunu hediye edermişçesine sundu. Hikmet öylesine özeldir ki ancak erbabına hediye edilir.
Yaratılmışların evveli, güzeller güzeli, varlık hakikatinin aynası olan Cenabı Peygamberimiz s.a.v “Hikmet müminin yitiğidir, nerde duyarsa gitmeli, nerde bulursa almalı” demiştir.
ALLAH c.c cümlemize temiz bir akılla idrak ve idrakin kuvveti olan ihlâs ile yaratana kulluk nasip eylesin.

Salih İslamboli(İstanbuli)
KAF DAĞININ HAKİKATİ BİLİNMEDEN, ZÜMRÜD-Ü ANKA ARANMAZ !
İslamboli
Bunca feryadı figanıma bakıpda tan eyleme zahid
Anlamaz ağyar olan halini âşık ı üftade olanın.. 
islamboli
Biz aşka müptela olduk lahm-ı heder neyimize
Bizim her günümüz vuslat derdi keder ney i mize
içmişiz şarabı aşktan ta ezeli ervahta biz
üflemişler can nefesi gayrı nefes ney i mize
Neyimize ney i mize can nefesi ney imize
bu canı kurban etmişiz bu can bizim ney i mize
kalmışız yardan cuda da bad-ı sabah neyimize
eyleriz cevre tahammül söyleriz can ney imize

İslamboli
Ey zahid kınama benim halimi
Derd-i hasretinin mecnunuyum ben
Etme ardım sıra kıylu kalimi
Gurbetin dertlisi mecruhuyum ben
Nahnu kasemnada buldum izimi
Cezbe-i rahmanda açtım gözümü
Bir kere söyledim, dönmem sözümü
Hitab-ı izzetin meczubuyum ben
Unutmadım asla verdiğim sözü
Gayriye dönmedim verdiği yüzü
Bin türlü boyaya boyadı bizi
Kenzi mahfisinin meknunuyum ben
Salihem ya latif edrik bi ihsan
Ne desem ne etsem hepisi noksan
Vaz geçtim akıldan buyur sen kullan
Mualla burcunun mahbubuyum ben.
İslamboli

AŞK-I MUHABBET!

Muhabbetin insanı taşıdığı yer yokluk deryası. Varlıkla muhabbet yolunda seyri sefer olunmaz.
Zan ile karın doyuran aç yatar. Zannederek yol yürünmez. Muhabbet gülün kokusu gibidir. Hem beynini, hem aklını, hem bütün duyu organlarının tüketmesi gerekir, emmesi gerekir, yoksa plastik çiçeği koklamaya benzer. Akşama kadar kokla, ne alacaksın. Muhabbet öyle değil, Muhabbet için koklamaya gerek yok. O koku gelip bulur seni zaten. Kalpten kalbe bir yol vardır görünmez. Nasıl bir yoldur, asfaltlı mı acaba? İşte o benlik dediğimiz şeyi ortadan kaldıracak şey, tek güç, tek kuvvet “Aşk-ı Muhabbet”dir. Aşk olmaksızın, muhabbet olmaksızın ben demekten insan vazgeçmez. İnsanı ben demekten vazgeçirecek tek güç aşktır.
Aşk insanı “ben” demekten vazgeçirir  “sen” demeyi öğretir.
”Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl, Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl”

Cenabı hak, bütün kâinatı, mükevvenatı, Cenabı Risalet Penah efendimize olan muhabbeti sebebiyle halk eyledi. Her birimizin varlık sebebi O’nun muhabbetidir. Aslında ihtiyacımız olan tek şey bu. Muhabbete erebilmek. O’na vasıl olabilmek. O’na vasıl olmadıkça yoz kalırız. O’na vasıl olmadıkça da hep aç kalırız. Gönlümüz aç, gözümüz aç, aklımız aç, kalbimiz aç, her tarafımız, her yerimiz aç.
Bir delikanlı bir kızcağıza muhabbet duysa gider onun camının önünde bekler, ne için beklediğini o da bilmez ama ona o yakınlığı hissettirir, belki görürüm diye düşündüğü için gece gündüz, açlık tokluk bilmez bekler. Belki gölge görürüm diye bekler o bile mutlu eder âşık olan insanı.

“Muhabbetin aslı odur ki, insanı muhabbet ettiği karşısında bekletsin.”

Her an hazır olmalı, ah ! beni şimdi çağıracak yârim diye. Ah ! şimdi kapı çalacak diye. Hayat o zaman güzel, lezzetli, tatlı, yük olmaz sırtına. Aşığa Bağdat sorulmaz.
Ahiret hayatı çok uzak gibi görünüyor, cennet çok uzak gibi gözüküyor, dünya hayatı eldeki kuş, ya tutarım ya tutamam. Aman bari diyor elimdeki kaçmasın. Ne var elinde? Hiçbir şey.
Dünküler ne ise, bugünkülerde o. Dünkünden ne saklayabildin ki bugünkünden saklayabileceksin. Kaldı mı bir şey? Var mı?
Bu dünya hayatı bitip tükenici olduğuna göre bu dünya hayatına ait taleplerimizi ne kadar yok saysak ötelesek fark etmez, bitici bir dünya! Gayemiz bu dünya hayatı değil! Bu dünyaya geliş amacımızda, Peygamberimize, Rabbuteala’nın muhabbeti ve ona verdiği şefaatin icrası var!
Ne demek?
Şefaat yetkisinin icrası için dünya hayatına ihtiyaç var. Bu dünya hayatı, Hz. Peygamber efendimizin şefaatini bulabilmemiz adına bize verilen bir hediye! Hediye alan bir insanın duyması gereken sevinci duyacağımız yerde, her günümüz her anımız ızdırap!
Bu dünya hayatında olduğumuzdan dolayı, mutluluk olarak düşündüğümüz veya algıladığımız şeylerin eğer mutluluğu hakikat olsaydı bitmezdi! Bu dünya hayatındaki tüm mutluluk veren şeyler tükenicidir, geçicidir. Asla sabit kalmaz! Ömür dediğimiz şeyin bizi mutlu edebilmesinin sebebi nedir biliyor musun? Veya bizim vazgeçemememizin sebebi , “her günün farklı oluşu, yarının umudu!”
Yarın diye bir şey yok! Belki bile diyemesin gelmedikten sonra! Ta ki akşam grup vakti olur, akşam dönmeye başladığında yarın diyebilirsin belki, güneş tepedeyken yarının hesabı yapılır mı? Yapılmaz! Yapamazsın! Yapsan da boş hayalden ibarettir ancak.
Dünde gitti yakalayamadık! Bağladık ipin ucuna amma koparttı bağını gitti.
Bu gün! Bir bardak su boğazından gidinceye kadar, çukulata yemek gibi..tadı ağzında kaldığı kadar lezzetli,sonrası ancak hayal.
Mutlu olmayalım mı? O halde ne yapacağız! Limitleri asgaride tutarak, bize tayin edilen ömrü yaşamaya bakacağız, vaktimizi gözeteceğiz! “Razı” olacağız! O kadar. Mutluluk bu. Karşılaştığın herhangi bir şeyle alakalı, ondan mutluluk duyduğunu ifade ediyorsan ve samimiysen mutlusun. Andaki mutluluk.

“O her şeyde var, hiçbir şey onda yok!”

Allah her şeyde var ama hiç bir şey onda yok!
Eğer bunu bu şekilde düşünürsen ve bu şekilde inanıp kulluğunu bu doğrultuda icra edersen, onunla bakarsın, onunla görürsün, onunla yürürsün, onunla yersin, onunla uyursun, onunla kalkarsın ve her yaptığın O’nunla olur! Onunla olan hiçbir şey kötü, çirkin, rahatsızlık verici olmaz. 

Onunla olan her şeyde bereket vardır!
Onunla olan her şeyde güzellik vardır!
Onunla olan her şey bir ilaçtır aslında!
Bütün Esmaullahı yaşarsın. Nasıl peki?

Tek bir şekilde. Onun her an seninle olduğunu bilip, onun kulluğunda ancak onun izin verdiğince hareket ettiğini düşünerek!
Yani “BEN” ini çıkartırsın aradan! “O” kalır! 
O' her şeye kâfidir vesselam.

Salih İslamboli(İstanbuli)

mühr-ü süleyman

Günümüzde davut yıldızı olarak bilinen altı köşeli yıldız havas ilmine vakıf olanlarca bilinen bir işaret, rumuz dur.Siyonist israil devletinin kurucuları ve yüksek hahamları bu yıldızı müslümanların kullanmasını engellemek ve onların gözünde sanki yahudiliğin sembolü imiş gibi göstermek için sahiplenerek bayraklaştırdılar ve müslümanların bu yıldızı işlemelerinde veya çeşitli şekilde kullanmaların...a engel oldular.
Halbuki ecdadımız şeytani güçlerin manevi saldırı ve tesirlerine engel olmak adına bu yıldızı yüz yıllardır bütün cami ve eserlerinin çeşitli yerlerine koymuşlar ve şer güçlerin yapacakları sihir türü şeytani işlere karşı onların silahıyla silahlanmışlardır ALLAH c.c ın izniyle. Hatta bir örnek olsun isterseniz sultan ahmet camiinin pek çok yerinde ve en önemlisi mihrabın üst işlemelerinde iki adet yıldızın varlığını bugünde görmek mümkün,ecdadımızdan kalan pek çok eserin bir kısım yerlerinde bu yıdızı gören bazı aklı evveller cahilane bir şekilde iyi bir şey yaptıklarını düşünerek bu işaretleri kırıp bozarak aslında o işle uğraşanların ekmeğine yağ sürmüşlerdir. İslamın neredeyse ilk günlerinden beri havas ilmi,önce rukya sonra da havas ve başka isimlerle adlandırılarak erbabınca bilinip insanların hizmetine hayır manasında kullanılmış pek çok şerli insan tarafındanda şer yolunda(ALLAH c.c şerlerinden korusun) kullanılmıştır.
Kardeşlerimden ricam bilmedikleri konularda fikir yürütüp fitne çıkartmak isteyenlerle beraber olmak yerine bu meselelere vakıf kimselere danışmalarıdır vesselam.

Salih İslamboli


 http://www.saltanat.org


Yukardaki İSLAM İ bir motiftir.Yüce İSLAM dininde herşey bir mana taşımakta ve insanların ruhlarını ferahlatmaktadır.
Bu yalnız İSLAM dinine mahsus bir hususiyettir.
İşte yukardaki el işi İslam motifi 

ruhları rahatlandıran bir el işi
şaheserdir.
TESPİT
Yüce İslam dininde her şeklin, hem bir manası ve gizli bir hikmeti
vardır. İşte yukardaki motifin ortasındaki altı köşeli yıldız da MÜHRÜ SÜLEYMANdır.
Zamanımızda bazı kendini bilge zanneden sahte alim geçinenler,
yeni çıktı turfandalar bu motifi inkar edip hatta şeklini bile değiştirmeye kalkıyorlar. Bunlara alimler, Hayır yapamazsınız demişler. 

Bu Motifin işareti cinnileredir. Onlarda
MÜHRÜ SÜLEYMAN' A tazimve hürmet göstirirler.
Bu Tespit de bazı aklı kısa ve fanatik kişilere talim ve nasihattır.
Herkes haddini bilmelidir!


Mevlana Şeyh Nazım El Hakkani/Kıbrıs

http://osmanli.de/pdf_yazilar/muhru_suleyman.pdf


Solomon’s Seal

The design above is an Islamic
motif. In the exalted
religion of Islam, everything
carries a meaning and conveys
contentment to the human soul.
This is the unique property of
the exalted religion of Islam.
See the handmade Islamic motif
above. It is a handmade masterpiece
that comforts the spirit. In
the exalted religion of Islam every
form has a meaning as well
as a hidden wisdom.
Look at the six-pointed star in
the center of the design above.
It is SOLOMON’s SEAL.
Some of the so-called scholars,
those fake, newly invented ones who
only think they know everything, reject
this motif and do their utmost
to alter its form. To them the Alims
say, “no you cannot do it.” This motif
is a sign for Jinn. For them Solomon’s
Seal is held in high esteem and sanctified.
This is a fact that should serve
as a teaching and an advice for all the
fanatic, mindless people.
Everyone must know his limit!
 





WRITTEN by Mawlana Sheikh Nazim al-Haqqani in Lefke, Cyprus

 http://osmanli.de/pdf_yazilar/muhru_suleyman.pdf



DİKEN GÜLDE GÜZELDİR!


Bir goncayı koysalar bir saksı içinde
Bin bülbül gelse öter aşkı içinde
Ne goncaya noksan nede bülbüle var
Bir gonca yeter bin bülbüle yar.
Her nağmeye uygun bir dili vardır
Her bahçenin elbet bir gülü vardır
Yetmez güle âşık bir nice feryat
Aşığa lazım olan bir sadık yardır.


Âşık olmak hoştur amma sadık olmak başkadır…
Aşığa bir gül yeter, hovardaya bir bahçe yetmez. Sadık olana gül yeter, sadığın gülü gönlündedir. O saklar, aman göz değmesin, aman incinmesin.


“Gülüm! Dediğinde dikenlerini saklayacak biri var mıdır acaba?”
Muhatabına gülüm dediğinde, dikenlerini saklayacak biri var mıdır acaba? Diken, gülde güzeldir. Gülün goncasını çıkartıp sapını dikenleriyle beraber alın desem kimse ona talip olmaz. Üzerine bir gonca koyduğun zaman kabul eder onu. Marifet orda. O diken dolu dala gonca kondurabilmek marifet. Goncanın altına diken koyamazsın. Diken dolu dala gonca koyabilmek marifet!
Her insan diken dolu daldır. Marifet ona goncayı açtırmakta. Gonca olmadıktan sonra kimse diken tarafına bakmaz. Üzerinde bir tek gonca olsa, hele birde bir parça rayihası, kokusu varsa görende gelir, duyanda gelir. Halbuki dikendir..İnsan işte bu!


İnsanın her tarafı dikende olsa, güzel görünüp güzel kokmayı becerebilirse… Güzel kokuyu güzel ahlakla değerlendirebilirsin. İnsan fıtratında çirkinlikleri örten şey güzel ahlaktır. Ahlakın güzelliği bütün çirkinlikleri örtmeye kâfidir. Yüzü güzelin hatırına kırk günde doyulur, huyu güzelin hatırına kırk yılda doyulmaz!


Ahlak güzelliği!
Aşk’ın, İlahi Aşkın manasını anlamak için Cenabı Peygamberimiz (s.a.v) e bakmak lazım.
Çünkü “ aşk” bir “ahlâktır”.
Onun ahlâkının tamamı kıyamete kadar, insanlar için ferahlık kaynağı olacak! Bu gün insanın buna ihtiyacı var! Yaşayanlarda, yaşamaya gayret edenlerden görecekler…


“ Derdi aşka müptela olana eylemez çare tabip
Dermanı yardadır, olursa vuslat nasip
Ne bilsin ağyar olan ehli harabat halinden
Virane ona meçhul o viraneye garip
Geceler saklar halini meftunu Leyla olanın
Gönülde gölgeler, dilde nağmeler garip
Bin secde eylesen de tahtına canın ile
Canını vermeden kıldığın secdeler garip
Aşığa lazım olan aşk ile rüyeti yardır
Yusuf’u faş eden aşkıyla Züleyha’dır
Ne Yusuf’ta derman ne Züleyha da imkân
Tabip hazık olsa da dermanı cana garip
Salih’a düşünce kuyine şu çarkı sevdanın
Eyledin davasını bir nice yalan hülyanın
Çekmeden kahrını bu divane dünyanın
Var garip, yok garip, akıbet garip.”

Allah’ımız bizi Salihlerden, Salihalardan, sadıklardan eylesin. Cenabı Peygamberimizin ahlâkı ile ahlâklanmayı nasip etsin. Akıbetimizi hayır etsin. Âmin.


Salih İstanbuli(İslamboli) 
Suyu gözeden doldurup, bardağındaki bir avuç suyu göze zannetmek, ahmaklıktır!

İslamboli

BU MEYDAN!!!

EZELDEN HAKKIN SESİNİ DUYAN GELSİN BU MEYDANE
ENTE RABBİ TEVHİDİNİ DİYEN GELSİN BU MEYDANE

... TERK EDİP CANI KURBANE, VARINI VERİP YEZDANE
OLUP AŞK İLE PERVANE, YANAN GELSİN BU MEYDANE

EYLEYİP NURUNA ÜLFET, BİLMEYİP KULLUĞU KÜLFET
HER ÇEŞİT CEFAYI NİMET BİLEN GELSİN BU MEYDANE

SIRRI HAKTAN HABER ALIP, RUHUNU ARŞINA SALIP
GECE GÜNDÜZ ONLA OLUP, SUSAN GELSİN BU MEYDANE

EHLİ DİVANA AŞİNA, BAKMAYIP GÖZÜ KAŞINA
DÖKÜP SİNEDEN YAŞINA KANAN GELSİN BU MEYDANE

İSA İLE GÖĞE AKAN MUSA İLE TUR A ÇIKAN
İSMAİLE İNEN KURBAN OLAN GELSİN BU MEYDANE

NEFSİNİN PUTUNU KIRAN, NEMRUTUNA KARŞI DURAN
NAR I GÜLŞENİNE YANAN GELSİN BU MEYDANE

KITMİR OLUP YOLDAŞINA, SABR İLE DÜŞÜP PEŞİNE
HAKKIN HİKMETLİ İŞİNE UYAN GELSİN BU MEYDANE

AŞİNAYI HABİB OLAN, ONUN RENGİNE BOYANAN
GÂHÎ GERÇEK GÂHÎ YALAN DUYAN GELSİN BU MEYDANE

NUH NEBİNİN TUFANINI, CERCİSİN ÇIKMAZ CANINI
KUR’ANIN BELAĞATINI BİLEN GELSİN BU MEYDANE

SEYREDİP NUR ZİYASINI, TERKEDİP NEFSİ HEVASIN
GiYİP YOKLUK LİBASINI, GEZEN GELSİN BU MEYDANE

MUHAMMED NAZIM PİRİMDEN, İÇTİM BA’DEYİ ELİNDEN
ŞARAB I LA YEZELİDEN İÇEN GELSİN BU MEYDANE

SIRRI SEB’AL MESANİYİ, BAB I İLİMDE ALİ Yİ
SIDDIK, ÖMER OSMANİYİ ÇÖZEN GELSİN BU MEYDANE

SALİH CAH ETTİ SÖZÜNÜ, HAKKA ÇEVİRDİ YÜZÜNÜ
BULDU SULTANIN İZİNİ, UYAN GELSİN BU MEYDANE
İslamboli


TAHT İLE MİSAL OLUR MU SALTANAT, KİŞİYİ SULTAN EDEN BAHTIDIR!

“KUL”LUK!

Her insanın Cenabı Hak ile yakınlığını ifade edecek bir hali olsa gerek.
Bunun başında insani sıfatlar gelir.
İnsani vasıflar… Öncelikle İslami bir hayat. İnandığımızı söylediğimiz inancımızla, yaptığımız fiillerimizi, kendi dünyamızda ayıklamamız gerekiyor.
“ Hiç bir bahane hakiki maksadın önüne perde olamaz ”
Din aspirin değildir. Lazım olduğunda kullanamazsın. Din bir hayat tarzıdır, kullanırken renklendirebilirsin, kokulandırabilirsin ama onun kuralları dışına çıkamazsın. İmanın gereği budur. Yani “bana göre” bir anlayış dinde söz konusu olamaz! Bana göre diyemezsin.
Din Allah katındadır ve İslam’dır. Bunun haricinde bir ifade, kişinin ancak Nefsinin hoş görmesi için kullanılır ki haramdır. Küfre sokar! Din Allah’a göredir. Allah’a göre olmayan din batıldır. Dinin bütün halini, hayatını,1430 yıldır âlimler en ince noktasına göre hazırlayıp ortaya koydular… “Allahın koyduğu kurallara bahane bulmaya kalkan, muhatap olarak karşısında ALLAH’I bulur!”
Dolayısıyla bahane bulmaktansa kendi acziyetini ikrar ederek, zayıflığını ikrar ederek, kişinin tövbekâr olması, onun için çok daha hayırlıdır, çok daha kârlıdır.
Yoksa İnsanoğlu kendince öyle bahaneler üretir ki, işte bu terör örgütlerinin yaptığı gibi cinayeti meşru yapar. Veya Hiç kulluk yapmaksızın kendini kul olarak göstermeye çalışır.
Eğer bizler iman ettik iddiasıyla Cenabı Hakka bir yakin bulduğumuzu söyleyebiliyorsak, bu yakinliğin ancak Cenabı Hakka kulluk etmekle mümkün olabileceğini bilmemiz gerekir.
Nedir Allaha Kul olmak?
Kulluğu kabul ederek, Allahın kullarından talep ettiğini verebilmektir. Bir hizmetkâr düşünün ki eve geliyor, senin hizmetindeyim emrindeyim diyor. Cam sil diyorsun, yerleri siliyor, onu yap diyorsun ya yapmıyor ya da başka şeylerle meşgul… Bir gün evde bekletmezsin onu, gönderirsin.
Biz, Cenabı Hakkın bizden beklediği hizmeti ne kadar yapıyoruz? Kovmuyor bizi, demiyor ki sizi kulluğumdan attım. “Tövbe” edin öyle gelin, diyor. Hata yaptım, bir kere hata yaptım deyin, diyor. Tövbekâr olun gelin, diyor.
MERHAMET SAHİBİ RAHMAN VE RAHİM!
Öyle yumuşak ki kullara davranışı, hele Ümmet-i Muhammed e… Eğer önceki ümmetlerden herhangi birine inen bela ile bu ümmeti tehdit etmiş olsaydı, kimsenin kımıldayacak hali kalmazdı, bizler şımarıklıktan böyle davranıyoruz.
Cenabı Hakkın rahmet ve merhametine kişi inandığı andan itibaren, kulluk kapısından ayrılmadı mı ferah eder! Geri dönüp baktığında bu dünyada ne çok boş şeyle uğraştığını görüyorsa şimdiden, işte ahret hayatına adım attığında, dünya hayatında ne kadar boş şey için ömür tükettiğini, canının sıkıldığını görüp hayıflanacak. Tüh bana! Yazıklar olsun! Neydi diyecek bu taleplerin? Neden diyecek, böyle saltanat varken, güzellik varken,hakiki varlık âlemi varken, üç günlük tükenecek dünya hayatında ihtirasın ne içindi diyecek kendi kendisine!
“Hiçbir şey insanın bildiği kadar değildir”
20.yüzyılın en büyük zararı; materyalist düşüncenin, insanların imanına verdiği zarar!
21.yy da Cenabı Hak öyle sebepler halk etti ki, insanlar çaresizce “Allah” demeye sevk edildi. Müminlere düşen vazife yaşayamadıklarını yaşamaya, yaşadıklarını ise etrafındakilere sevdirmeye gayret etmek.
Yemek tabağına bakmakla doyulmaz. Yemek gerekir. “ İman ettim ” dedikten sonra, Rabbin emir ve yasaklarına tabi olmak gerekir. Cenabı Hak kulları kulluk etsin istiyor ve bunun içinde zorluyor.
Dünya kaynıyor. Ama bu kazanın altında yanan ateş hiç kimsenin malı değil. Yaratanın “Allah” olduğunu “kul” bildiği halde inkâr ediyor. “Onlar inandık derler, onların söyledikleri, gırtlaklarından ileri gitmez” der, Kuran-ı Kerim’in ifadesiyle.
Yapılması gereken, namaz kılmak, gönül hanemizi temizlemek! İman sahibinin ihtirası sadece ibadetinedir.
Asıl olan şey kayıtsız şartsız kulluk! Hiçbir şarta bağlı olmaksızın kulluk!
Ya Rabbi, Sen Allah’ımızsın, bizler senin kullarınız, benim söyleyecek sözüm yok ya Rabbi!
Ey ALLAH ‘ın kulu, Samimi ol yeter!
Cenabı Hak bizi bu konuda muvaffak kılsın. Âmin.


Salih İstanbuli(İslamboli)
Ey gonca, sende bir nice bülbülü Şeyda
Bu ehli harabatta hasreti visal var
Çehrende parlayan bahtı güneş
Seyrinde cenneti alaya misal var

... Eylese cümle âşıklar kapında tadat

Dökülür didenden daim rahm u nazar
Getirmez kimseler bezmine takat
Ehli harabat ile aranda olan maar var

Nabazan olur vuslatı yar ile âşık

Sabretse de leyline atide Nehar var
Ah ile yaz eylese gelecek kış elbet
Ümidi lutf ile bekleyen bir bahar var

İslamboli
Ey mecnunu aşkına örnek veren, verme!
Aşk'ı tarif etmeye çalışma edemezsin!
Aşk O' dur, sencesi olmaz ben deme!
Aşkın hakikisi ,bir gönüle girmektir!


İslamboli
Gönül sahranı öylesine genişlet ki 
orda koşuşsun alabildiğince küheylanlar
ve akıl etmeye çalış aklının sınırlarını
anlamaya çalış ne kadarsın? cürümün ne?
ne sen diyebilirsin nede ben sınırlar oldukça, 
sınırlar kalktıkça da ad koyamazsın artık sadece O' dur.

İslamboli
Yokluğuna hasret demişler, vah ne cahillik, aşk asla uzak olmamaktır.
Varla yok aynı şeydir aslında, mesele o olmaktır, onda olmaktır..

İslamboli

İLTİCA

Ben ümid ederken lutfunu bin heves ile
Derdi isyanımda bulurum kendimi ya Resulullah
Fakru fahrinde olsam diye feryad ederim
Hali harabımda bulurum aczimi ya Resulallah
Diyemem bad ı saba ya ne selam nede bir rica
Ben gibi gedaya yakışmaz sultana nefsimle iltica
Sen ki ümmetine rahmet, aleme ziynetsin efendim
Aşıklara minnet, gariplere himmetsin efendim.
Ne cürümdür ki karartır çehre i vicdanımı
İşitsen ne olur bunca feryadımı, ahımı
Şu garip Salihin kararmış kevkebi bahtını
Rüyeti nurunla aydınlatsan ya Resulullah
Olmaz mı tutsan elimi bir taze bahar gibi
Doldursan gönlümü nurunla coşar gibi
Çağırsan yanına gelsem hem koşar gibi
Seyrederken, canımı versem ya Resulullah.

Salih İslamboli(İstanbuli)

“ZAN”etme! (“ The Supposition”)


“ The Supposition”
“Eşhedü En La İlahe İllallah Ve Eşhedü Enne Muhammeden Abdühü Verasulühü”
We are repeating this testimony honourobly on behalf of us. Dear God we are accepting all readers and listeners here as witness.
“Eşhedü En La İlahe İllallah Ve Eşhedü Enne Muhammeden Abdühü Verasulühü”
We are repeating this pure testimony on behalf of the people although they have been appreciated as faithfull but they have not reached this faith level yet. Dear God, accept us as witnesses and accept our testimony on behalf of them!
“Eşhedü Enla İlahe İllalah Ve Eşhedü Enne Muhammeden Abdühü Verasulühü”
We are repeating this pure testimony on behalf of the people although they were already İslam, had faith and died naturally, but could not find any chance to repeat this testimony at the moment of death. Dear God accept us as witness İnşallah! Amin.
There is nothing better than to witness to each other. The nature of human being likes to withness towards bad. If someone notices the other’s fault, he esteems ingenuity to see that fault and seeks an opportunity to gossip about it. Howewer the witnessing towards good is an ingenuity.
Sahabe who were villeins created by God, said good things to each other as the witnesses of good habits of each other and they conveyed all the anecdocs, fables and parables overtolds coming from Sahabeyi Kirams until now to declare good habits of each other. Nobody had conveyed anything on behalf of himself. Every sahabes conveyed one part, one snapshots of the other’s lifes of Sahabe. Why? To serve as lesson to the world of humanity Look around of you! Who is honouring the others? Who is perceiving the beauty of each other and telling the others? “The sight is the reality, if the faithful (muslim) is the mirror of faithful”. Who is mirror? Faithful! Therfore, notice the beauty of each person who look at you! İf you know yourself as mirror, shine yourself! Do not blacken yourself! And Do not blacken yourshelf therefore do not be darkened! Because you are the shining yourshelf and you are the blackening yourshelf too! Who can do anything you other than yourself?

The misdemeanour looks like a hanged lamp, like a sword. Nobody wants to touch it. Howewer it is among everybody. Neither anyone accept it as his own misdemeanour, nor can reject it. Misdemeanour is the thing which belongs to everybody. İt is not the personality of anyone. Everyone has own share of that misdemeanour by ownself. Thats why, everybody blames always the others since nobady never takes on that misdemeanour.They never think what is their share on that misdemeanour, and what they did therefore it happened.
For a moment! If the people can be able to stop talking of their ego for a moment, the door of intellect, heart is going to open. But ego prevents openning of the door by keeping its foot on it and, hiding the reality beyond that door. No one is pure!
Now if the small part of the intellegence starts to run correctly, then all the reality (hakikas) appear. All the seeds planted to intellengence field starts to bloom...
“Faith should keep human from all kind of supposition. İf any supposition starts to live in a faithfull place, it means that there is a problem in that faith. The only thing which carries people into the abuse is the plenitude of the suppositions. What is this thing? I suppose”! You can not suppose! Because if it was the case it happened, if it was not the case, it did not happen, if it is a curiosity, there is the autorithy to ask the question, if it is a knowledge, there is its source. There is no need the supposition! İt arrises from the weakness of the people. Therefore the value of patience appears. Be patient instead of supposing! Nobody has the right to change the truth and has a chance to change the truth. Therefore one of the two things must appear. The truth or the lie. God grant us to walk after the truth. Amin.
.“Eşhedü En La İlahe İllallah Ve Eşhedü Enne Muhammeden Abdühü Verasulühü”
Bu kelime-i şahadeti kendi adımıza asaleten getirdik, ya Rabbi burada bulunanları şahit tutuyoruz!
“Eşhedü Enla İlahe İllallah Ve Eşhedü Enne Muhammeden Abdühü Verasulühü”
Bu kelime-i Şahadeti Tayyibe’yi de üzerine iman takdir edilmiş olduğu halde henüz kendilerine yetişmemiş olanlar adına getirdik, ya Rab, bizi şahitler eyle! Onlar adına da kabul eyle!
“Eşhedü Enla İlahe İllallah Ve Eşhedü Enne Muhammeden Abdühü Verasulühü”
 Bu Kelimeyi Şahadeti Tayyibe’yi de İslam olduğu halde, iman sahibi olduğu halde, eceli kazayla göçüp ecel geldiği anda söylemek nasip olmayanlar adına getirdik. Cenab-ı Allah bizi şahit kılsın İnşallah! Âmin.
Birbirimize şahit olmaktan daha güzel bir şey olamaz. İnsan tabiatı kötüye şahit olmaktan zevk alır. Bir kardeşinin kusurunu görse, o kusur marifetmiş zanneder de bir başkasına aktarmak için dedikodu fırsatı kollar. Hâlbuki iyiye şahit olmak marifettir.
Allah’ın yarattığı kulların, birbirlerindeki iyi şeylere şahit olarak onları birbirlerine söylemesi, Sahabeyi Kiram efendilerimizden bu güne kadar gelen kıssaları, rivayetleri, menkıbeler ne derseniz adına, her birisi onlardaki güzel huyları ifade etmek için birbirleri tarafından aktarıldı. Hiç kimse kendi adına bir şey aktarmamıştır. Her sahabe, başka bir sahabenin hayatından bir parçayı bir enstantaneyi aktarmıştır.
Neden? İbret olsun insanlık âlemine diye.
Etrafınıza bakın, kim kimi izzetlendiriyor?
Birbirlerindeki güzellikleri görüp diğerlerine anlatıyor?
“ Mümin müminin aynasıysa eğer görülendir hakikat olan.”
Kimdir ayna?
Mümin!
O halde sana her bakandaki güzellikleri gör.
Eğer kendini ayna biliyorsan parlat.! Karartma! Karartma ki kararmayasın! Çünkü parlatacağında sensin, karartacağında sensin! Kendinden başkası ne yapar…

Kabahat asılan bir lamba gibi, bir kılıç gibidir böyle. Hiç kimse el tutmak istemez. Hâlbuki herkesin ortasındadır. Ne kimse benim der, nede kimse reddedebilir. Kabahat dediğin şey herkese ait olandır! Hiç kimsenin şahsi malı değildir kabahat. Herkesin o kabahatte kendince bir payı vardır. İnsanlar asla kendi üzerlerine alınmadıkları içinde hep başkalarını suçlarlar. Hiç düşünmezler ki yahu benim bunda ne payım var acaba? Ben ne yaptım da böyle oldu?
Bir an!
Kişi gönlünü nefsini biran susturmayı becerebilse, o akıl, gönül kapısı açılıverecek! Lakin nefis böyle ayaklarını ittiriyor kapıya açılmasın diye, göstermiyor arkadaki hakikati. Hiç kimse pürü pak değil.
Şimdi bir parça akıl melekesi doğru çalışmaya başladı mı hakikatler ortaya çıkmaya başlıyor. Akıl tarlasına dikilen tohumlar çiçek veriyor…
“İMAN” insanı her türlü zanlardan kurtarmalıdır. İmanın var olduğu yerde zanlar hayata geçmeye başladıysa İmanda problem var demektir. Kişiyi şirke taşıyan şey zanlardaki çokluğudur. Nedir bu? “Ben zannediyorum”!
Sen zannedemezsin! Çünkü vakıaysa vuku bulmuştur, bulmamışsa bir şey olmamıştır, meraksa soru sorulacak mercii vardır, bilgiyse kaynağı vardır! Zanna ne ihtiyaç vardır! Zan kişinin acziyetinden kaynaklanır. Dolayısıyla sabrın kıymeti ortaya çıkıyor. Zannetmektense SABRET! Doğruyu değiştirmek gibi bir hakkı kimsenin yok! Öyle bir şansıda yok. O halde iki şeyden biri ortaya çıkmak zorunda. Ya yalan, ya hakikat.
Allah c.c bize HAKİKATİN peşinden yürümeyi nasip etsin. Âmin.

Salih İslamboli(İstanbuli) 


DUA

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
BİSMİLLAH İLE BAŞLANAN HER SÖZ KIYMETLİDİR, BİSMİLLAHSIZ HER İŞ GÜDÜKTÜR.

Dua nedir? Nedir duanızdaki talebiniz?
Doğru sözler doğru anahtarlar gibidir, bin tane anahtarı yan yana koysanız, o anahtarın içerisinde sizin kilidinize uyacak seviyede, o noktada doğru anahtarı bulamasanız o kapıyı açamazsınız. Ne lazım? O sizin kilidinize uygun anahtarı bulup kullanmak lazım! Bu hayat kapısının kilidini açacak olanda doğru duadır.
Daha konuşamayan bir çocuğun annesine ihtiyacını ifade şekli duadır. O saftır, temizdir, sadece ihtiyacını anlatmaktadır, işte o zaman dua asla geri dönmez. Çünkü o çocuk samimidir. Gerçekten muhtaçtır, gerçekten kendini ifade etmeye muhtaçtır. Bizler, “aman zaten olmayacak” gibi bin türlü vehimlerle dua ediyoruz da, dua’nın kabulüne bile imkân bırakmıyoruz. Daha dua ederken bile baştan kendimiz şüpheyle dua ediyoruz, kendin başta “olmayacak” diyerek reddettiğin duanın kabulünü nasıl beklersin.
Duanın kabul olmasını istiyorsan, samimi ol! Vesile kıl!
Gelin aşağıda yazılı olan evliyanın büyüklerinden, pir, sultan Muhyiddin Arabî hazretlerinin duasıyla dua edelim. Umalım ki bizim de dua kapılarımızın açılmasına vesile olur.
Muhyiddin  Arabi H.z in duası..
Rabbimiz! Unutursak… Bizi sorumlu tutma…” sana verdiğimiz sözü unutursak “ veya hataya düşersek…” senden başkasına yönelik olarak amel işlemek gibi bir hataya düşersek, senden ayrılmaya yaklaşırsak, senden perdelenirsek bizi sorumlu tutma. Çünkü bizler uzak düşmüş garipleriz, sana verdiğimiz sözün üzerinden uzun zaman geçti. Senden uzak diyarlara sefere çıktık. Türlü belalar içinde karanlıklarda sınavlardan geçmekteyiz. Senin huzurunda bir değerimiz ya da miktarımız yoktur ki bizi günahlarımızdan dolayı sorumlu tutasın.
”Ey Rabbimiz! …bize ağır yük yükleme.” Zatımız, sıfatlarımız ve fiillerimiz ile ilgili olarak bize ağır yük yükleyip bizi yerimizde hapsetme, senden uzaklarda bırakma. Çünkü bundan daha ağır bir şey olmaz. “Bizden öncekilere yüklediğin gibi…” Fiil zahirleriyle veya sıfat batınlarıyla perdelenenlere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme.
“Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme.” ...Ayrılık ağırlığı, vuslatından yoksunluk, celalin perdesiyle cemalinin müşahedesinden mahrumluk gibi kaldıramayacağımız yükler de omuzlarımıza bindirme. “Bizi affet.” Fiillerimizin ve sıfatlarımızın kötülüklerini affet, Çünkü bunların tümü bizi senden perdeleyen kötülüklerdir, Affının ve hoşnutluğunun lezzetinin geri çevrilmesi suretiyle bizim mahrum kalmamıza neden olmuşlardır. “Bizi bağışla…” varlıklarımızın günahlarını bağışla, Çünkü bu büyük günahların en büyüğüdür.
Ey Rabbimiz; “Bize acı…” fena sonrası bahşedilmiş varlık vererek bize acı. “Sen bizim Mevla’mızsın.” yardımcımızsın, işlerimizin idaresi senin elindedir. “Bize yardım et.” Çünkü işlerinin idaresini üstlenen velinin, velayet ettiğine yardım etmesi bir haktır. Ya da sen bizim efendimizsin. Bir efendinin kölesine yardım etmesi haktır. “Kâfirler topluluğuna karşı…” sürekli kötülükleri emreden nefislerimizin kuvvetlerinden, şeytanların askerleri konumundaki vehimlerimizden ve hayallerimizden oluşan ve senden perdelendikleri için bizi de küfürleri ve zulümleriyle senden perdeleyen güçlere karşı bize yardım et.
Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfü en bol olan sensin.
“Rabbimiz! …kalplerimizi eğriltme…” senin tarafına yönelmekten, seninle ( Rızanla) buluşmak için çalışmaktan, senin kapında durmaktan, dünya sevgisiyle sınamak, hevamızın galebesiyle denemek, nefse ve sıfatlarına meyletme duygusuna kapılmak, nefsin nasip ve lezzetlerinin yanı başında beklemek suretiyle kalplerimizi eğriltme. “Bizi doğru yola ilettikten sonra…” Nurunla bizi müstakim yoluna ve dosdoğru yoluna, veçhinin işaretleriyle kerim cemaline ilettikten sonra “Bize tarafından rahmet bağışla.” Bir rahimiyet bahşet; sıfatınla sıfatlarımızı, nurlarınla karanlıklarımızı sil. “Lûtfu en bol olan sensin.”
“Ey Rabbimiz! İman ettik..” fiillerinin ve sıfatlarının nurlarına. “bizim günahlarımızı bağışla.” zatınla varlıklarımızın günahlarını bağışla, ört. “bizi ateş azabından koru.” ayrılık ve kalıntı varlığının ateşinden koru.
Ey rabbimiz, Geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de sayısız rızık verirsin.
De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.
Âmin.


Salih İslamboli(İstanbuli)

RUHUMUZLA YAŞAMAK!

Bir şeyin görünmemesi, tutulmaması, onun yokluğunun delili değildir. İmanımızla bu dünya ve ahiret hayatında var’lığımızı kabul ederiz. Topraktan bitmedik, fabrikada da üretilmedik, Allah takdir etti, ruhlarımızı yarattı, bedenimize gönderdi..
Her insan ervahı ezelde, ruhlar âleminde cenabı hakkın hitabı izzetini işitti. Allah (cc.) bütün ruhlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim”? Diye sual etti, Ruhlar; evet dediler. Lakin dünyaya geldikten sonra şeytan ı lainin fitnesi,dünya meşgalesi, heva’mız ve nefsin dürtülerinden, o hitabı izzeti ve o hitaba karşı verdikleri cevabı unuttular.
“Dinin vazifesi O’nu hatırlatmaktır”
Ruh bunu hatırlıyor, zaten bedende sakin durmasının sebebi bu! Ruhun o Ervahta vermiş olduğu söz! Yoksa sakin durmaz bedende. Asla sakin durmaz. Hiç bir uyuyan asla bir daha uyanamaz! Mümkün değil! Bedende tekrar ervahın ümidini kurmasa , o ümit olmasa, ruh gittiği yerden dönmez geriye!!
Cenabı Hakk’ın lütfü keremi ile, ruhlarımızın kendi emrinden bir nur olmasıdır sebebi sukuneti. Ruhlarımızın muhatabı Allah (c.c) hazretleri. Allah (c.c), Ruh’u muhatap alarak konuştuğu için, âlemi ervahta verdiği sözün nihayetini bekliyoruz.
İnsanlar ruhlarıyla yaşamayı unuttukları için hayatın tamamını cesetten ibaret zannediyorlar. Hâlbuki ceset dediğin ruhsuz hiçbir şeydir, çürümeğe mahkûm olandır. Sen, Ruhuna kuvvet ver. Sen, Ruhundan haber ver. Sen, Ruhunun kemalinden bahset. Sen, Ruhun hakikatine akıl erdirmeye çalış. Çünkü seni hayatta tutan şey ruhdur. Ruhu bedenden çıkarıp alsan ceset olursun. Et ve kemik yığınından Ne farkın kalır, onunda ömrü üç gün zaten, üç gün sonra başlar kokmaya, çürümeye. O halde bizim için esas olan ruhumuzdur. Bizim için kıymetli olan ruhumuzdur. Bu bedeni kıymetli kılan ruhumuzdur bizim. O halde ruhumuzu tanımamız lazım. Çünkü ruhumuz daima,
“La İlahe İllallah Muhammedur Rasulullah” diyor, dilimiz neden demez o zaman?
Bu ceset dediğin şey nefse mahkûm olmuştur da ondan!
Bu ceset dediğin şey nefsin taleplerini karşılamaktan yorgun düşmüştür de ondan!
Bu ceset dediğin şey aklın kölesidir de ondan!
Hâlbuki ruh öyle mi ya? Ruh insanı alır götürür. Ruh insana öteleri seyir ettirir. Ruh insana hayat verir. Ruh insana kuvvet verir. Ruh insana can verir. Ruhumuzla tanışmayı becerdiğimiz gün, hem bahtiyarlık kapısını açmış oluruz, hem ahiret hayatına bahtiyar yürürüz.
Bu dünyada bahtiyar olmak yeterli değil. Çünkü bu dünyanın bahtiyarlığı ölünceye kadar. Öldükten sonra esas bizim muhtaç olduğumuz şey, öldükten sonraki bahtiyarlığımız değil mi? Gün bitti. Bir gün daha kocaldık. Aslında ömür bitti haberimiz yok. Yarın meçhul, ya var, ya yok!
Takdir Allah’ındır!
Allah dilediğini yapmakta özgürdür!
Kuvvet ve kudret sahibinin Allah (c.c) hazretleri olduğunu bildiğimiz an, nefsimize söyleyecek sözümüz olabilir! Nefse bu kuvveti veren, nefse bu canı veren bize hayatımızla bu dünyada kalabilme iznini verenin Allah (c.c) olduğunu hatırlarsak o zaman belki nefsin bir parça geri durmasını sağlayabiliriz.
Ne demeliyiz?
“La Havle Vela Kuvvete İlla Billâh il Aliyyul Azim”. Bunu her gün tekrarlamak lazım, nefsimize, kudretin Allah (c.c) Hz ne ait olduğunu hatırlatmamız lazım. Nefsimizin bunu duymaya ihtiyacı var. Çünkü o nefis dediğin şey mazoşisttir. Zoru sever. Zordan zevk alır. Nefsin kolay olanla işi olmaz! Çünki onun zor olana karşı talebi iman a karşılıktır.
Çünkü nefsin dostu şeytandır! Nefsin tek bir dostu var şeytan! Çünkü nefis şeytanın talebidir!
Ne zaman oldu bu, “o halde bana mühlet ver, senin o çok güvendiğin kullarını yoldan çıkarayım” dediğinde.
“Sen izin verilmişlerdensin” dedi Cenabı Hakk. Lakin Pek azı müstesna! şeytan, Cenabı Haktan almış olduğu izinle nefisleri yoldan çıkartma kavgasında..
O halde bir insan nefsine ne kadar fırsat tanırsa, aslında o fırsatı şeytana tanıdığını unutmaması gerek!
Eğer bir şey bitiyorsa, tükeniyorsa devamı hayal ise o şey nefistendir! Yani bir çikolatayı yiyip tadı ağızdan geçinceye kadar varlığı hissetmektir! İşte nefs bu! Nefsin talebi bu! Anlık şeyler..
Hâlbuki ruhumuz öyle değil. Ruh asla bu dünyanın hesabıyla hareket etmiyor. Ruh daima geldiği yerin hayaliyle yaşıyor. Ve ağzındaki tad oranın tadı!
Marifet, Ruhumuzla yaşamak! Ruhumuzla yaşamayı öğrenmek.
Bir İnsan’ın, Ruh’unu muhatap alması kadar dolu bir şey olamaz. Bu, İnsan ismine ve ifadesine anlam kazandırıyor. İnsan’ın manası yakınlaştırılmış, Enis olan demek, neyle? İlahi olan Ruh’la dünyevi olan cismin yakınlaştırılması. Ruh, pür olandır! O safiyete ait olanı bedenimizle biz kirletiyoruz. Dolayısıyla ruhumuz bizden kaçıyor! Nefislerini bu dünyaya teslim edenler, ruhlarının ahrette huzur bulmasını beklemesinler. Zevk de alamazlar üstelik. Bu dünyada hiç ölmeyecekmiş gibi gayret edeceğiz, ama asla ruhumuzu bırakmayacağız. Bu dünyanın kurallarını Rabbimiz din ve iman sınırlarıyla çizmiş, şunu yap, şunu yapma diye..Buna uyupta yolda yürüyen asla korkmasın, asla yaya kalmaz. Bir şeyi noksan olmaz! Ne mutlu hak ile hak yolunda hakka yürümeyi becerebilen kullara! Vesselam.


Salih İslamboli(İstanbuli)

AKIL

İmanın en büyük düşmanı akıl. Aklın en yakın dostu nefs. Akla perde getirmemek marifet..
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi murad ettim” kutsi hadis i şerifine muhatap olan akıl, Hak ise o mananın zeminindeki hakikat. Bir tarafta “Yaradan” , bir tarafta “Yaratılanların olması. Yaratılan sonradan yaratılmış olması hasebiyle, yaratanın her şeyine muhtaç iken, sadece akıl nimetinden dolayı mesul iken, nefsin yükünü akıl ile Yüklenmiş olması en büyük zafiyetidir. Çünkü insanı diğer mahlûktan, dağ, taş, çimen, vs den ayıran özellik akıl’dır. Yoksa hiçbir fark yok. Herkes kendi mevcudiyeti ile var.
İnsanı farklı kılan akıl!
İnsanın gerçek manada kıymet kazanması için aklın faaliyetine ihtiyacı var. Akıl idrak edemedikçe, akıl yerli yerine her şeyi yerleştiremedikten sonra, diğer hayvanat ,cemadat ve nebatattan farklı değil..
İnsanı farklı kılan aklıdır! Bu aklın kullanımı ile alakalı kişi kendini eğitmeli öncelikle!!
Nasıl?
Akıl olmaksızın, insan nefsi talepkar olur, istediklerini yaptırır. Eğer aklı doğru kullanmayı becerebilirse insan, nefsinin taleplerini doğru kullanmayı ona evet, hayır diyebilmeyi öğrenir.
Bir köprü kursalar, bir ucunu nefs tutsa, bir ucunu şeytan tutsa, ortasında akıl yürüse… Nedir bu? Nefs ile şeytan köprüsünde yürüyen akıl. Yok, ben sizin köprünüzde yürümeyi istemiyorum diyebiliyorsan, becerebiliyorsan eğer, kurtuldun, rahatsın… O zaman nefsin taleplerini küçültmeye başlar. Kuzu istiyorken bir lokma ete razı gelir, bir lokma ete razı gelirse bir lokma ekmeğe de razı gelir, çünkü senden isteyen şey akıl değil, aklın bir cürümü yok, akla tesir eden şeye bak!
Kompüter, elektriğe bağlanmasa, açılmasa bir işe yarar mı? Düğmesine bastığından itibaren başlar çalışmaya. Nefsin senden talebi yemek yemekse al sana yemek, su içmekse al sana su! Başka bir şey istiyorum! Hayır! Onu sana vermiyorum! Çünkü meşru bir isteğin değil bu senin! Bu bir pazarlık meselesi.”Dışarısı..”-ya bana ne dışarıdakilerden! Sen benimsin! Muhatabım sensin! Sen ne diyorsun söyle konuş nefsim! Çıt yok, çıtı çıkmaz..
Bunun formülü var mıdır?
Evet, mesela oruç tutmak! Ne için oruç tuttuğunu bilerek oruç tutmak!
Mesela, namaz kılmak.! Ne için namaz kıldığını bilerek kılmak!
Ne gönlü hoş etmek için, ne vazifeyi ikmal etmek için. Allahın emrini yerine getirerek kulluğunu ifade etmek için namaz kılmalı insan. Yoksa sırtında yük olur, kıldım kurtuldum demeye başlar insanoğlu..
Namaz kılınıp kurtulası bir şey değil ki, oruç, ohh akşam oldu kurtulduk denilesi bir şey değil ki… Elhamdülillah! Bu sevinci yaşamak varken, orucu kendine yük kabul edenle, etmeyen arasındaki farkı bir gör bakalım.
Gaye Allaha kulluk!
Ne kadar yapabiliyorsan, İbrahim (a.s) ‘a su taşıyan karınca gibi !
Nemrut ateşi yaktırmış, bakmış ki karıncanın bir tanesi ağzında bir damla suyla ateşe doğru gidiyor. Sormuş, nereye gidiyorsun? Ateşi söndürmeye demiş karınca. Yahu bir damla suyla ateş söner mi? Bende biliyorum sönmeyeceğini, ama benim gücüm buna yetiyor, en azından safımı belli ediyorum!
Şimdi biz safı belli olmaksızın hercai yaşıyoruz. Biraz ondan biraz bundan, her şeyden karışık lezzetsiz, tatsız, unutulası lezzetler!
Yolu ? eğitim.
Ne eğitimi? Nefsi! Nefsi eğitmek! Akıl eğitilmez. Nefsi eğitmek!
Nefs vahşi bir at gibi. Eğer onun sırtına bir çul koyup ağzına gem vurursan, becerebilirsen mesele yok!
Aklımız bizi öylesine yanıltıyor ki, aklımızın eserine baktığımızda gönlümüzü ferahlık kaplar, ya da üzüntüye boğuluruz!
Bizi ferahlatan ya da üzüntüye koyan şey aslında aklın eseri değildir, dürtülerimizdir! Yaşadığımız hayata bakalım, dürtülerimiz, nefsaniyetimiz olmaksızın, gerçekten aklımızın doğrusuyla ne kadar iş görebiliyoruz. Ya da gördüğümüz işin ne kadarında aklımızın işi var! Pek azdır. Çünkü çoğunda ya hoşlanmışızdır, ya hoşlanmamışızdır, ölçüleri hep nefsimizin talebine göre almışızdır. Halbuki “Akıl” “İman”ın gereği olarak doğruyu bulduğu andan itibaren ona ihtiyaç duymaya başlar, o doğruya ihtiyaç duymaya başlar, biz ise kendimizce bahaneler üretip negatif ve pozitif yönde talebimizi ileterek karşımızdakini red, ya da kabul pozisyonuna geliriz. Hayatımız bundan ibaret, severiz, sevmeyiz, hoşlanırız, hoşlanmayız..Değil mi?
Hep öyledir!!
İmanın ölçüsüyle akli deliller bularak meydana getirdiğimiz ne var?
Hep bizi mutlu eden şeyler, asla bizi mutsuz etmez onlar. İman’ın dürtüsüyle aklımızın eserini gördüğümüzde mutlaka mutmainizdir. Kimsenin itirazı olmaz ona. İtiraz olsa da savunmamız çok sağlamdır! İMAN, karşındaki mutlaka nefsiyle itiraz ediyordur!! Aklıyla itiraz edemez. Çünkü akıl doğruyu red etmez! Edemez! Çocuk gibidir. Nefs çocuk gibidir, sıkıştığı zaman omuz burar banane der..bu cevabım yok demektir, aslında sen haklısın demektir.
Hakikati budur. Onun için yaratılmış insanın hayat ölçüsü “Yaratan”ın tayin ettiği ölçüler dâhilinde olmalı ki insan hem dünyada hem ahiret hayatında saadeti bulabilsin!
Ölçü “Allah”ın ölçüsü olacak!
Çünkü yaradan, yarattığına sınırını kendi çiziyor! Hayvanlar gibi başıboş bırakmadı ki bizi!
Kuranda “Biz size teklif etmediğimiz veya elçi göndermediğimiz hiçbir şeyden sizi mesul tutmadık” diyor ve size taşıyamayacağınız yük yüklemedik diyor ayeti kerimelerde.
UNUTMA;
Bizim bir mesuliyetimiz var, “Yaratan ALLAH (c.c) ”a karşı!

Salih İslamboli(İstanbuli)