Diken dala, dal yaprağa, yaprak goncaya hayran! Dal dikensiz, yaprak dalsız, gonca yapraksız olmaz! Nefis can'a, can bedene, bedense ruha hayran! Can nefissiz, beden cansız, ruhsa bedensiz olmaz.!

NİYET! İSTİKAMET! GAYRET!

Bir köle düşünün ki sahibinin hilafında laf konuşsun. Ondan ayrı yol gitsin, efendisinden ayrı söz danışsın. Bu mümkün değildir, Çünkü boynunda halkası olan zincirin çektiği yere gider.

Bizim kendi nefsimizin haysiyetine kalacak olsak haysiyetsizlikten öteye gitmez. Allah bizim yardımcımız olsun! Zannetmeyiniz ki nefsimiz, insan kisvesi giymeylen insan sıfatına nail olur. Eşeği altın semerde olsa neticede adı eşektir, altın semerli eşek derler en fazla..

Bizim ahlakımız ademiyet ahlakı olmadıkça insaniyet ahlakıyla ahlaklanmadıkça nefsimizde var olan hayvani sıfatı kendimize hal edinip geziyoruz. Onun içinde Cenab-ı Hak, işimizi kolay eylesin. Çok zordur. Bir insan kabul etmez kolay kolay, bir Adem’e desen sen maymun ahlaklısın sen domuz ahlaklısın (haşa minel huzur)..deseniz çok zoruna gider insanın.
Hâlbuki bilmez ki onun nefsaniyetinin bulunduğu makam o makamdır! Asıl olan o makamın tecelli edip, soyunup insaniyet makamına ulaşabilmektir ki Ehl-i Tarikin gayesi kendine tabi olanları, nefsinin hayvan vasfından soyundurup insan vasfını giyindirmektir. Zor mesele.
Kişinin önce kendini kabullenmesi sonra nefsini kabullenmesi sonrada kendisini terbiye edecek olanı kabullenmesi terbiye edecek olanın terbiye metotlarını kabullenmesi yani zor iştir. Her ne kadar o terbiye edicinin kudreti, iktidarı kifayet etse de, terbiye olunacak olan nefsin mücadelesinde o nefis sahibinin de “GAYRETİ” gerekir! Bu boya küpü değil ki içine sokup çıkartasınız istediğiniz rengi alsın! O böyle değil, eğer ömür bir günlük olsaydı olurdu, mümkündü! Yani ömrü 24saat deseydiniz eğer..olurdu.

Her gün değil mi ki uyuyup, uyanıp yeni bir dünyaya göz açıyoruz, her kurulan yeni dünyada yeni bir kimlikle karşılaşıyoruz. Zannetme dün ki sensin! Dün ki başkaydı. Cenabı Hak her an ayrı bir yaratıştadır. Dolayısıyla yarattığı kulları, Cenabı hakkın yaratış kuvvetine göre her doğan günde ayrı bir hüviyet kazanır! Peki, muhataplar kazanırda karşı muhataplar kazanmaz mı? Onlarda kazanır! Her şey, Cenabı Hakkın zatından başka her şey, değişmeye mecburdur!

“Değişmeyen tek hakikat Allah C.C (h.z)dir.”

Onun için her doğan güneşte, her gelen sabahta yeni bir dünyanın yeni bir varoluşun hakikatini bulmanın gayretiyle yaşamalı insanlar! Her gözünü uykudan açtığında yeniden yaratılmanın şevkiyle yaşamalı insanlar. Senin gözünü açıp da uyanmana müsaade eden kudret senin değişmeni istediği için uyanmana müsaade ediyor. Ben buradan çarşıya gideceğim diye niyetlenen insanın niyeti adamı çarşıya götürmez. Adamı çarşıya götüren adımlarıdır! Adım atmadıkça ilerlemedikçe yakin sağlanmaz, niyet halistir lakin kişiyi sabit tutar! Gayret gerektirir.

“Ameller niyetlere göredir”
Evet, ameller niyete göredir. Senin bir amelin yok ki! Yani adamın bir niyeti vardır, ben buradan kalkayım o topluluğu dağıtayım maksadıyla gelir, Ameli niyetine göre mutabık olmalı ki onun buradaki halini doğru anlayabilesiniz. Adam kötü niyetle yola çıkarda buradaki nezaheti görüp pişman olup tekrar niyetlenirse pişmanlık duyarsa buradaki ameli tekrar niyetine göre hal kazanır. Onun için her insanın her yeni yaratılışında (la teşbih vela tenzih) güneşin her yeni doğuşunda, kendine yeni bir dünya kurma gayretidir.
Öyle bir dünya ki, nasıl olmasını istiyorsan öyle. Çok kolay, basit, açık.

“NASIL OLMASINI İSTİYORSAN KUR DÜNYANI AMA DÜNYANI HAYALLER ÜZERİNE KURMA”!
Hakikatler üzerine kur ki mutlu olasın!

Hayaller üzerine bina yapanın binası çabuk yıkılır. Hakikatin üzerine bina yapanın binasına asla bir şey olmaz! Onun için her birimiz, kendi varlığımızın hakikatine ulaşıp bu hakikatin üzerine dünyamızı kurmamız gerekir ki bizi ahrete taşısın. Ama biz akşamdan sabaha, öyle olmaz hayaller içinde yaşıyoruz ki, yaşadığımız hayalleri hakikat zannedip olmayan şeylerin peşinden koşuyoruz. Zümrüdü Anka dedikleri şey, hayal dünyasında var olandır. Zira hakikat dünyasının Zümrüd-ü Ankaya ihtiyacı yok! Zümrüd-ü Ankadan kasıt, Kaf dağına çıkmaksa eğer, Kaf dağını biliyorsan sen önce bir yürü bakalım.
“KAF DAĞININ HAKİKATİ BİLİNMEDEN ZÜMRÜD-Ü ANKA ARANMAZ”!

Akıl üç şeyle sınırlıdır.
1- Bilgi
2- Göz(gözün gördüğü)
3- Hayal
Bilgi ve şahitlikle bağdaşamayan hayat kişiyi hüsrana taşır. Çünkü bizler imkânlar dünyasında, mümkinat dünyasında yaşıyoruz. Bu mümkün dünyasında kişi mevcudiyeti ile ve idraki ile kendi sınırlarını kendisi çiziyor. Cenab-ı Hakkın yaratma kudretinde asla sınır olamaz!
Lakin bizler onun yaratmak kudretini bilerek dua kapısına gelmeliyiz ki talebimiz karşılık bulsun.!
Bu da ancak yakinle sağlanır, yakin olmakla mümkün, imkân dünyasında sınırları aşabilmeniz ancak kendi gayretinizin ve imanınızın âli oluşuna, yüksek oluşuna bağlıdır. Bunu sağlamak tek bir şekilde mümkündür, oda cenabı Hakka kulluğun izharı ile beraber. Kulluğun “izhar”ı ile beraber, kulluğun “ifa”sı gerekir.
Kişinin kendini Allahın kulluğuna bağlaması, hasretmesi, Cenabı Hak ile arasında ki perdeleri aşmasına ve o yakini sağlamasına vesile olur. Orada tanış olunan, bilinen, görünen öylesi makamlar, mekânlar, haller vardır ki kişinin şahsi gücü kifayet etmediği yerde, elinden tutup çekip götürmeye iktidar sahipleri vardır. Ama mesele o mecraya girmekten geçiyor, yani buradan Üsküdar yoluna doğru giderken ben Şile ye gidiyorum diyen Ahmaktır! Olmaz! Vakit kaybeder gittiğini zannettiği miktarda uzaklaşır.
O halde birinci vazife istikamet tutmaktır.!
Yani namazın birinci rükûnu gibi. Nedir birinci rükûn? İstikbal-i Kıble.
Abdest her ne kadar namaz kılmak için mecburi ise de, Namazın birinci Rüknü değildir. 1.Rüknû; İstikbal-i Kıble! İle beraber yapılan “niyet”.
Niyet olmaksızın yani ne yaptığından haberi olmaksızın kıble istikametine dönmek bir şey ifade etmez. “KİŞİNİN YAPTIĞINDAN HABERDAR OLMASI GEREKİR”! İşte bu halin üzerine bina edilen kulluk ve gayret kişiyi yakine kavuşturur. ALLAH YA DAİM! 
YA GALİBEN GAYRE MAĞLUB, YA MU’İNEL ACİZİYN.