Diken dala, dal yaprağa, yaprak goncaya hayran! Dal dikensiz, yaprak dalsız, gonca yapraksız olmaz! Nefis can'a, can bedene, bedense ruha hayran! Can nefissiz, beden cansız, ruhsa bedensiz olmaz.!

İDRAK!


Zaman sonradan yaratılan bir şey değil. Zaman zaten olan bir şeydir. İnsanlar zamanın varlığında “var” oluyorlar. İdrak ettikleri kadar o zamanın varlığını anlayabiliyorlar. Yaşlanan biz olduğumuza göre, zaman’ın yaşlanması mümkün olmadığına göre, zaman içerisinde ki seyr-ü alem ancak “idrak” ile mümkün.

Ve zamanın potasına düşmüş her şey, zamanın akışıyla yaşlanmaya mahkûm. Dolayısıyla zamandan bahsetmek çok kolay bir şey değil. Çünkü, neyi ne kadar idrak etmenize bağlı her şey. Hani bu odanın içerisinde var olan her şeyi bir insanın görmesi, tespit etmesi mümkün değil. Ancak araması ve bulması icap eder. 

İşte varlığın “KÜNHÜNDE” yani hükümlülüğünde her insan idrak ettiği kadar bilebiliyor her şeyi. Hani hayal denilen şey var ya! HAYAL DENİLEN ŞEY İDRAK KAPISIDIR!

Kişi idrak kapısını araladıkça veya onda yürüdükçe, ondan geçtikçe, hayal dünyasında bir şeylerin farkına varır!
Hayal dediğimiz şey boş bir şey değildir ki, Cenabı Hak, “hiçbir şey yoktur ki kulumun aklına gelmeden ben onu yaratmış olmayayım” diyor, ALLAH’ın (c.c) yaratması kulun dileğinden öncedir.
O halde sizin, bizim, hayal dediğimiz her şey aslında hakikat olandır. Lakin biz onu görüp tespit edemediğimiz için varlığıyla yokluğundan haberdar değiliz ve hayal zannediyoruz. Ancak bir şeyin hayal edilebilmesi için bir mesnedinin olması icap eder. Mesnedi olmayan hiçbir şey hayal edilemez. Hiçbir akıl hiçbir ilim olmayan bir şeyi tespit edemez. 

Her icat edilen şey, bir “var” ın üzerine icat edilir. Buradaki icat demek, havaya bina kurmak demek değildir. Çünkü icadın sahibi Allah (c.c)tır!
 
İnsan sadece icat olunanın üstünde iştigal eder. Kendi aklının yettiğince, var olanı tespit ettikçe ondaki farklılıkları anlamaya başlar. Dolayısıyla akıl daha önceden var olana alışık olmadığı için her gördüğü yeniyi ben buldum keşfettim diye zanneder!
 
İDRAK HAKİKATİN AYNASIDIR!
Hakikat muhakkak var olan şeydir. Muhakkak olanın tamamını fehm etmek anlamak mümkün mü? Hayır! Her anlaşılan şey, varlığın ancak bir cüzüne mahsustur, bir parçasına mahsustur. Suya baktığınız zaman tastaki suyu su olarak değerlendirebilirsiniz. Tadına bakarak ondaki lezzetin farklılığından dolayı bir isim ithaf edebilirsiniz ama onun bir okyanustan alındığını bilmedikçe okyanus diye adlandıramazsınız. 
Bu okyanus suyudur!
Ama tastaki suya hiç kimse okyanus suyu demez. Çünkü okyanus bir bütünlüğü ifade eder. Bir damlaya da bunu indirgeyebilirsiniz fark etmez.
Ama okyanus diye adlandırılmamış olması onun okyanus olmaklığına bir halel getirmez!
Yani bir damlada bir bütünü görmek mümkündür. Buda ancak “İDRAK” ile mümkündür.
 
Kişinin gönlünün genişliği aklın ufkunu açar!
 
Akıl çok acizdir. Akıl öyle zayıftır ki, hemencecik reddeder. Mücadeleyi sevmez akıl! NEDEN? Çünkü, hep kendisinin doğru olduğu iddiasındadır da ondan!
Hâlbuki gönül, kalp denilen şey öyle değildir. Kalbin sınırı yoktur! Aklın sınırı bilgisiyle muhkemdir.

GÖNLÜN SINIRI YOKTUR!
Allah (c.c) Hz. LA YEZELDİR! HİÇ BİR SINIRI OLMAYANDIR!
 
Ve ben mümin kulumun kalbine sığarım dediği yerde o mümin kulun kalbine sınır getirmekten kaçınmak gerekir ki CENABI HAK ORDA HAZIR OLSUN!
 
İlmin ulaşabileceği farklı bir nokta artık kalmamıştır. Ne bulurlarsa ne keşif ederlerse etsinler, her keşif ettikleri şey mevcudun, imkanın ibrazıdır. Dolayısıyla eğer hala bir şeyler yeni bulunabiliyorsa bu bizim zamanda geri kalmışlığımızın ifadesidir. 
 
“NEYLE MEŞGULSENİZ ONU İDRAK EDERSİNİZ”!
İdrak için düşünce tarlasını ekmek gerekiyor! O tarlanın başını beklemek onu sulamak bakmak gerekiyor. Sonra yetişen mahsulü yiyerek ondan lezzet almak gerekiyor, nimetlenmek gerekiyor! Böyle bir şey bu!

ALLAH C.C cümlemize Tevfik ve nusret nasib eylesin vesselam.

İslamboli

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder